Rabbim Allah’tır

  • Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: {Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin ki takvâya eresiniz} [Bakara Sûresi, 21]. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: {O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır} [Haşr Sûresi, 22].
  • Yine şöyle buyurmuştur: {O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir} [Şûrâ Sûresi, 11].
  • Allah, benim Rabbimdir ve her şeyin Rabbidir; mülkün sâhibi, yaratan, rızık veren ve her şeyi idâre edendir.
  • İbâdete layık olan yalnız O’dur. O’ndan başka Rab ve O’ndan başka ilâh yoktur. Kendi zâtına nisbet ettiği ve Nebîsi (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’in haber verdiği en güzel isimler ve sıfatlar O’nundur.
  • İsim ve sıfatları kemâl ve güzellik bakımından en yücedir. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendirOnun heç bir bənzəri yoxdur. O, Eşidəndir, Görəndir

Güzel isimlerinden bazıları şunlardır:

  • Er-Rezzâk
  • Er-Rahmân
  • El-Kadîr
  • El-Melik
  • Es-Semî’ 
  • Es-Selâm
  • El-Basîr
  • El-Vekîl
  • El-Hâlik
  • El-Latîf
  • El-Kâfî
  • El-Gafûr 

Müslüman, Allahu Teâlâ’nın yaratması ve işleri kolaylaştırmasındaki muaazamlığı tefekkür eder. Bunun örneklerinden biri, mahlûkatın yavrularına gösterdiği ihtimâmdır; onları beslemeleri ve onlara özenle bakmaları, kendi başlarına dayanabilecek hâle gelinceye kadar devam eder. Mahlûkatın Yaratıcısı ve onlara ihsânda bulunan Latîf olan Allah, bütün eksikliklerden münezzehtir. O’nun lütfu gereği, tam bir zayıflık içinde bulunan bu yavrular için ihtiyâçlarını karşılayacak ve hallerini ıslâh edecek sebepler hazırlanmıştır.

Rabbim Allah’tır

Kulların kalplerinin ve bedenlerinin ayakta durması için ihtiyâç duydukları rızıkları üstlenen Zâttır.

Herşeyi kuşatan geniş ve yüce rahmet sâhibidir.

Kendisine acziyet ve gevşeklik arız olmayan kâmil kudret sâhibi.

Azamet, kahır ve tedbîr sıfatlarıyla vasıflanandır; bütün şeylerin sâhibi olup, onlarda tasarruf edendir.

Gizli ve açık bütün işitilen sesleri idrâk edendir.

Her türlü noksanlıktan, âfetten ve ayıptan sâlim olandır.

Görmesiyle her şeyi, ister ince ister küçük olsun, kuşatandır; herşeyden haberdar olup onların iç yüzüne muttali olandır.

Yarattıklarının rızıklarını üstlenen, onların maslahatlarını gözeten; dostlarını koruyup, onların işlerini kolaylaştıran ve onlara kâfi gelendir.

Herşeyi, bir örnek olmaksızın var eden ve yaratandır.

Kullarına ikrâm eden, onlara merhamet eden ve isteklerini yerine getirendir.

Kullarının ihtiyâç duyduğu her şeyi karşılayan; sadece O’nun yardımıyla yetinilen, kendisiyle O’ndan başkasına muhtaç olunmayandır.

Kullarını, günahlarının kötülüklerinden koruyan ve hatalarından dolayı kendilerini cezalandırmayandır.

Peygamberim Muhammed (S.a.v)

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: {Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir} [Tevbe Sûresi, 128]. 

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: {Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik}[Enbiyâ Sûresi, 107].

 

Muhammed (S.a.v): İnsanlığa Bahşedilen Rahmet
O, Muhammed ibnu Abdillah (Sallallâhu aleyhi ve sellem), Nebîlerin ve Rasûllerin sonuncusudur. Allâhu Teâlâ, onu hayrın en yücesi olan tevhîde davet etsin, şerrin en büyüğü olan şirkten sakındırsın diye bütün insanlığa İslâm dîni ile göndermiştir.
Emrettiği şeylerde kendisine itaat etmek, haber verdiği şeylerde O’nu tasdîk etmek, nehyedip sakındırdığı şeylerden kaçınmak ve Allah’a ancak O’nun şer’î kıldığı şekilde ibâdet etmek farzdır.
Onun ve kendisinden önceki bütün peygamberlerin daveti, bir ve tek olan, hiçbir ortağı bulunmayan Allah’a kulluktur.

Bazı Vasıfları (S.a.v):

  • Doğruluk
  • Merhamet
  • Yumuşak huyluluk
  • Sabır
  • Cesaret
  • Cömertlik
  • Güzel ahlâk
  • Adâlet
  • Tevâzu
  • Affetmek

Kur’ân-ı Kerîm Rabbimin Kelâmıdır

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: {Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delîl (Muhammed) geldi ve size apaçık bir nûr (Kur’ân) indirdik} [Nisâ Sûresi, 174].

Kur’ân-ı Kerîm, Allahu Teâlâ’nın, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve onları dosdoğru yola iletmek için Nebîsi Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’e indirdiği kelâmıdır. Onu okuyana büyük bir ecir verilir.

Onun hidâyetiyle amel eden ise sapasağlam yolu tutmuş olur.

İslâm’ın Şartlarını Öğreniyorum

Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İslâm, beş şey üzerine binâ edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve Beyt’i (Kabe’yi) haccetmek”.

İslâm’ın şartları, her Müslümanı bağlayan ibâdetlerdir. İnsanın, bunların her birinin farz olduğuna inanıp onları yerine getirmedikçe Müslümanlığı sahîh olmaz. Zîrâ İslâm, bunlar üzerine binâ edilmiştir. Bu sebeple “İslâm’ın Şartları” ismi verilmiştir.

İslâm’ın Şartları:

 

İslâm’ın Şartlarını Öğreniyorum

Birinci Şart

Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.v)’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Öyleyse bil ki, Allah’tan başka (hak) ilâh yoktur} [Muhammed Sûresi, 19].
Yüce Allah şöyle buyurdu: {Andolsun, içinizden size öyle bir Rasûl geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir} [Tevbe Sûresi, 128].

  • “Lâ ilâhe illallâh” şehâdetinin mânâsı: Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur.
  • “Muhammedun Rasûlullâh” şehâdetinin mânâsı: Onun emirlerine itaat etmek, haber verdiklerini tasdîk etmek, nehyettiği ve sakındırdığı şeylerden kaçınmak ve ancak O’nun bizlere bildirdiği şekliyle Allah’a ibâdet etmektir.

 

İkinci Şart

Namazı dosdoğru kılmak

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Namazı dosdoğru kılın} [Bakara Sûresi, 110].

  • Namazı dosdoğru kılmak, onu Allah Teâlâ’nın şerî kıldığı ve Rasûlü Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bize öğrettiği şekilde edâ etmekle olur.

Üçüncü Şart

Zekâtı vermek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Zekâtı verin} [Bakara Sûresi, 110].

  • Allahu Teâlâ zekâtı, Müslümanın îmânının doğruluğunu (sıdkını) sınamak, mal nimeti bahşettiği için Rabbine şükretmesi ve fakirlerle muhtaçlara yardım etmesi için farz kılmıştır. Zekât ibâdeti, zekâtın hak sâhiplerine verilmesiyle yerine gelir.
  • Zekât, belirli bir miktara (nisap) ulaşan malda ödenmesi farz olan bir haktır. Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de zikrettiği sekiz sınıf insana verilir; bunlardan ikisi fakirler ve miskînlerdir.
  • Zekâtın edâ edilmesiyle, merhamet ve şefkat ortaya çıkar, Müslümanın ahlâkı güzelleşir ve malı temizlenir, fakirlerin ve miskînlerin gönülleri hoşnut olur ve İslâm toplumunun fertleri arasındaki sevgi ve kardeşlik bağları güçlenir. Bu sebeple sâlih bir Müslüman, başkalarını sevindirmesindeki fazîletten dolayı, sevinç ve gönül hoşnutluğu ile zekâtını verir.
  • Zekât miktârı, birikmiş altın, gümüş, kağıt para ve kâr amacıyla alım-satım için hazırlanan ticârî malların değerinin %2,5’idir. Bu zekât mallarının değerleri belirli bir miktâra (nisap) ulaştığı ve üzerinden tam bir yıl geçtiği zaman ortaya çıkan zekâtı vermek farz olur.
  • Ayrıca zekât, belirli sayıda çiftlik hayvanına (deve, sığır, koyun) sâhip olan kimseye de farzdır. Şayet hayvanların sâhibi yılın çoğunda onları yemle beslemeyip yerden çıkan otla besliyorsa bu farziyet söz konusudur.
  • Benzer şekilde, topraktan çıkan hubûbât, meyveler, mâdenler ve define gibi ürünlerde de, belirli bir miktara ulaştıklarında zekât farz olur.

Dördüncü Şart

Ramazân Ayı Orucunu Tutmak

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Ey îmân edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allahâ karşı gelmekten sakınasınız diye size de oruç farz kılındı} [Bakara Sûresi, 183].

  • Ramazân, Hicrî takvimde yılın dokuzuncu ayıdır. Müslümanlar nezdinde yüce bir aydır ve yılın diğer aylarından ayrı bir yere ve öneme sâhiptir. Tamâmında oruç tutmak, İslâm’ın beş şartından biridir.
  • Ramazân orucu, fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar, Ramazân-ı Şerîf’in tüm günlerinde; yemek, içmek, cinsî münâsebette bulunmaktan ve diğer orucu bozan şeylerden Allah Teâlâ’ya ibâdet (kulluk) etmek maksadıyla uzak durmaktır.

 

Beşinci Şart

Beytullâh’ı Haccetmek

Yüce Allah şöyle buyurdu:{Yoluna gücü yetenlerin o Ev’i (Kabe’yi) haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır} [Âl-i İmrân Sûresi, 97].

  • Hac, kendisine gücü yeten kimseye ömründe bir defa farzdır. Hac ibâdeti, belirli bir zamanda, belirli ibâdetleri edâ etmek için Mekke-i Mükerreme’deki Beytullâh’a ve mukaddes mekânlara yolculuk etmektir. Nebî (Sallallâhu aleyhi ve sellem) ve O’ndan önceki diğer peygamberler de hac yapmıştır. Allah, İbrâhîm (Aleyhisselâm)’a insanlara haccı ilân etmesini emretmiş, Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de bu durumu şöyle haber vermiştir: {İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse yorgun develer üstünde uzak yollardan (en uzak mesâfelerden) sana gelsinler} [Hac Sûresi, 27].

 

Îmânın Şartlarını Öğreniyorum

Nebî (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’e îmânın ne olduğu sorulduğunda şöyle buyurdu: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Bir de hayrı ve şerri ile kadere inanmandır”.

Îmânın şartları, her Müslüman için zorunlu olan kalbî ibâdetlerdir. Bunlara inanmadıkça bir insanın Müslümanlığı sahîh olamaz. Bu sebeple “Îmânın Şartları” ismi verilmiştir. Îmânın Şartları ile İslâm’ın Şartları Arasındaki Fark: İslâm’ın Şartları: İnsanın azaları ile yerine getirdiği zâhirî (görünen/dış) amellerdir; kelime-i şehâdet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek gibi. Îmânın Şartları ise insanın kalbi ile yerine getirdiği bâtınî (gizli/iç) amellerdir; Allah’a, kitaplarına ve peygamberlerine îmân etmek gibi.

Îmân Kavramı ve Mânâsı:
Îmân; kalbin, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere dair kesin bir tasdîkte bulunmasıdır. Ayrıca, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirdiği her şeyi söz ve amel olarak tâkip etmek ve uygulamaktır: Dil ile söylemek: “Lâ ilâhe illallâh” demek, Kur’ân okumak, tesbîh ve tehlîl getirmek, Allah’a övgüde bulunmak gibi.
Zâhirî azalar ile amel etmek: Namaz, hac, oruç... gibi. Kalbe âit bâtınî azalar ile amel etmek: Allah’ı sevmek, O’ndan korkmak (haşyet duymak), O’na tevekkül etmek ve O’na ibâdeti ihlâsla yapmak gibi.
Âlimler îmânı kısaca şöyle tanımlarlar: Kalp ile inanmak (itikad etmek), dil ile ikrar etmek (söylemek) ve azalar ile amel etmektir (eyleme dökmektir). Ayrıca îmân itaatle (tâatle) artar, günahla (ma’siyetle) eksilir.

Îmânın Şartlarını Öğreniyorum

Birinci Şart

Allah’a Îmân Etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allâh’a îmân ederler... } [Nûr Sûresi, 62].

  • Allah’a îmân, O’nu Rubûbiyet (Rablik), Ulûhiyet ve isim ve sıfatlarında birlemeyi (tevhîd etmeyi) gerektirir.

 

Bu da aşağıdakileri gerektirmektedir:

 


  •  O’nun (Subhânehu ve Teâlâ) varlığına îmân etmek.

  •  O’nun (Subhânehu ve Teâlâ) Rubûbiyetine (Rab oluşuna) îmân etmek yani: Her şeyin mâliki, yaratıcısı, rızık vereni ve işlerini tedbîr edeni (yöneticisi) olduğuna inanmaktır.

  •  O’nun (Subhânehu ve Teâlâ) Ulûhiyetine îmân etmek: İbâdete yalnızca O’nun hakkıyla lâyık olduğuna ve ibâdetin hiçbir çeşidinde: namaz, duâ, adak, kurban, istiâne [yardım isteme], istiâze [sığınma] gibi ve diğer tüm ibâdetlerde O’nun hiçbir ortağı olmadığına inanmaktır.

  •  O’nun En Güzel İsimlerine (Esmâ-i Hüsnâ) ve Yüce Sıfatlarına îmân etmek: Allahu Teâlâ’nın kendi Zâtına nispet ettiği veya Nebîsi (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’in O’nun Zâtına nispet ettiği isim ve sıfatları tasdîk etmek; Allahu Teâlâ’nın kendi Zâtından nefyettiği veya Nebîsi (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’in O’nun hakkında nefyettiği isim ve sıfatlardan O’nu tenzîh etmektir. O’nun isim ve sıfatlarının kemâl ve güzellikte nihâî seviyede olduğuna ve O’nun benzeri hiçbir şey olmadığına; hakkıyla işiten ve hakkıyla gören olduğuna inanmaktır.    

 

 

İkinci Şart

Meleklere Îmân Etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Hamd, gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsûstur. O dilediği kadar fazlasını da yaratır. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir} [Fâtır Sûresi, 1].

  • Biz, meleklerin gayb âleminden olduklarına ve onların, Allah’ın nûrdan yarattığı, kendisine itaatkâr ve boyun eğmiş kıldığı kullar olduklarına inanırız.
  • Onlar, kuvvet ve sayılarının ilmini ancak Allah Teâlâ’nın kuşatabildiği muazzam mahlûkattır. Onların her birinin, Allah Teâlâ’nın kendilerine has kıldığı vasıfları, isimleri ve görevleri (vazîfeleri) vardır. Onlardan biri de, vahiy göreviyle vazifeli olan ve onu Allah Teâlâ’dan elçilerine indiren Cebrâîl (Aleyhisselâm)’dır.

 

Üçüncü Şart

Kitaplara Îmân Etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {(Biz) Allah’a, bize indirilene, İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Ya’kûb’a ve (onun)torunlar(ın)a indirilenlere, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verilenlere ve Rableri tarafından (diğer) peygamberlere verilenlere îmân ettik. Onlardan hiçbirinin arasında ayırım yapmayız. Çünki biz, O’na teslîm olan kimseleriz” deyin!} [Bakara Sûresi, 136].

  • Kesin bir şekilde tasdîkte bulunmak (îmân etmek) gerekir ki, bütün semâvî kitaplar Allah’ın kelâmıdır.
  • Bu kitaplar, Allah (Azze ve celle) tarafından, kullarına apaçık hakikat olarak elçilerine indirilmiş kitaplardır.
  • Allah (Subhânehu ve Teâlâ)’nın, Nebîsi Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’i bütün insanlığa göndererek, O’nun şerîati ile önceki tüm şerîatleri neshettiğine (hükümlerinin kaldırıldığına), Kur’ân-ı Kerîm’i diğer semavî kitaplara hâkim ve onların hükmünü sona erdirici kıldığına inanmaktır. Allahu Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’i her türlü tahrîf ve değiştirmeden (tebdîlden) korumayı bizzat kendisi üstlenmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: {Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız} [Hicr Sûresi, 9]. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Allahu Teâlâ’nın insanlara gönderdiği son kitap, Peygamberi Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) son elçisi ve İslâm dîni, kıyâmete kadar insanlık için Allah’ın râzı olduğu tek dîndir. Yüce Allah şöyle buyurdu: {Allah katında (hak) din, şüphesiz İslâm’dır} [Âl-i İmrân Sûresi, 19].

    Allahu Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de zikrettiği semavî kitaplar şunlardır:

    • 1 Kur’ân-ı Kerîm: Allah onu Nebîsi Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’e indirmiştir.
    • 2 Tevrât: Allah onu Nebîsi Mûsâ (Aleyhisselâm)’a indirmiştir.
    • 3 İncîl: Allah onu Nebîsi Îsâ (Aleyhisselâm)’a indirmiştir.
    • 4 Zebûr: Allah onu Nebîsi Dâvûd (Aleyhisselâm)’a indirmiştir.
    • 5 İbrâhîm’in Sahîfeleri (Suhufu İbrâhîm): Allah onları Nebîsi İbrâhîm (Aleyhisselâm)’a indirmiştir.

Dördüncü Şart

Peygamberlere Îmân Etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Andolsun, biz her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının’ diye bir Rasûl gönderdik} [Nahl Sûresi, 36].

  • Allahu Teâlâ’nın, her ümmete, kendilerini yalnızca Allah’a ibâdet etmeye, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaya ve O’ndan başka kulluk edilen şeyleri reddetmeye çağıran bir peygamber gönderdiğine dair kesin bir şekilde îmân etmektir.
  • O elçilerin hepsinin, Allah’ın kulu olduğuna; hepsinin doğru sözlü ve Allah tarafından doğrulanmış, takvâ sâhibi, emîn, hidâyete erdirilmiş ve hidâyete çağıran rehberler olduklarını tasdîk etmektir. Allah’ın, onları doğruluklarını gösteren mucizelerle desteklediğine, onların Allah’ın kendileriyle gönderdiği her şeyi eksiksiz tebliğ ettiklerine ve hepsinin apaçık hak ve hidâyet üzere olduklarına inanmaktır.
  • Elçilerin tebliğ dâveti, ilkinden sonuncusuna kadar, dînin aslı olan; Azîz ve Celîl Allâh’ı ibâdette birleme (tevhîd etme) ve O’na şirk koşmama konusunda birdir.

 

Beşinci Şart

Âhiret Gününe Îmân Etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?} [Nisâ Sûresi, 87].

  • Rabbimiz (Azze ve celle)’nin mübârek kitabında veya Nebîmiz Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bize haber verdiği, âhiret günüyle ilgili her şeye: insanın ölümü, yeniden dirilişi, mahşerde toplanma, şefâat, mîzan, hesap, cennet, cehennem ve âhiret günüyle ilgili diğer tüm hususlar da dâhil olmak üzere bu bilgilerin hepsine kesin bir şekilde îman etmektir.

 

Altıncı Şart

Hayrı ve Şerri ile Kadere Îmân Etmek

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Şüphesiz biz her şeyi bir kaderle yarattık} [Kamer Sûresi, 49].

  • Mahlûkâta bu dünyada isâbet eden her olayın, Allah (Subhânehu ve Teâlâ)’nın -O’nun hiçbir ortağı olmaksızın- ilmi, takdîri ve tedbîri (yönetimi) ile olduğuna; bu kaderlerin insan yaratılmadan önce yazıldığına; insanın bir irâde ve dileme (meşîet) sâhibi olduğuna ve fiillerini hakîkaten işleyen bir varlık olduğuna inanmaktır. Ancak bunların tümü, Allah’ın ilmi, irâdesi ve meşîetinin dışına çıkamaz.

Kadere îmân dört mertebe üzerine kuruludur: 

  • BirincisiAllah’ın herşeyi kuşatan ve kapsayan ilmine îmân etmektir.
  • İkincisiAllah’ın kıyâmet gününe kadar olacak her şeyi yazmış olduğuna îmân etmektir.
  • ÜçüncüsüAllah’ın her şeye gücü yeten meşîetine ve tam olan kudretine îmân etmektir. O’nun dilediği olur, dilemediği ise olmaz.
  • DördüncüsüAllah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna ve yaratmasında hiçbir ortağının bulunmadığına îmân etmektir.

 

Abdest Almayı Öğreniyorum

Yüce Allah şöyle buyurdu:{Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever} [Bakara Sûresi, 222].

Nebî (Sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Benim şu abdest aldığım gibi abdest al”.

Allahu Teâlâ’nın namazdan önce temizliği farz kılmış olması ve namazın sıhhat şartını o temizliğe bağlı kılması namazın yüce oluşundandır. Abdest, namazın anahtarıdır. Abdestin fazîletini hissedip düşünmek, kalbi namazı edâ etmeye iştiyaklı kılar. Nebî (Sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu:“Temizlik (tahâret) îmânın yarısıdır... Namaz ise bir nûrdur”.

Yine Nebî (Sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kim abdest alır ve bunu güzelce yaparsa, günahları bedeninden (akıp) çıkar”.

Böylece kul, maddî olarak abdestle, mânevî olarak da bu ibâdeti edâ etmekle temizlenmiş bir hâlde, Allâh Teâlâ’ya ihlâsla ve Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in rehberliğine uyarak Rabbine yönelir.

Abdesti Almayı Gerektiren Durumlar:

  • 1 Namaz kılmak: Farz olsun, nâfile olsun, her türlü namaz için abdest alınmalıdır.
  • 2 Kâbe’yi tavaf etmek.
  • 3 Kur’ân-ı Kerîm’e (mushafa) dokunmak.
  • Temiz Su ile Abdest ve Gusül Alırım:
  • Temiz Su:Gökyüzünden inen veya yerden çıkan, aslî yaratılış hâli üzere kalan ve üç vasfından: rengi, tadı, kokusu, suyun temizleyicilik özelliğini ortadan kaldıran herhangi bir madde ile değişmemiş olan her sudur.

Abdest Almayı Öğreniyorum

Kalp ile niyet etmektir. Mânâsı:
Kalbin, Allahu Teâlâ’ya yakınlaşmak için ibâdeti yapmaya azmetmesidir.

Elleri yıkamak.

Mazmaza yapmaktır.
Mazmaza: Ağza su alıp çalkalamak ve sonra suyu çıkarmaktır.

İstinşâk yapmaktır.

İstinşâk: Suyu nefesle burnun en derinine kadar çekmektir.

İstinsâr ise: Burundaki mukus vb. şeyleri nefesle dışarı atmaktır.

Yüzü yıkamaktır.

Yüzün sınırları şöyledir:

Yüz (vecih): Arapça’da Karşılıklı bakışmanın (muvâcehe) gerçekleştiği bölgedir.

Genişliği: Bir kulaktan diğer kulağa kadardır.

Uzunluğu: Normal saç bitim çizgisinden çene ucuna kadardır.

Yüz yıkamak; yüzdeki seyrek kılları, ayrıca beyâd ve ızâr kısımlarını da kapsar.

Beyâd: Şakak kemiği ile kulak memesi arasındaki bölge.

Izâr: Kulak deliği hizasındaki çıkıntılı kemik üzerindeki ve kulağın üst kıkırdağına kadar inen kısımdaki saç.

Ayrıca, yoğun sakalın görünen kısmı ve sarkan kısımları da yüz yıkamaya dâhildir.

Ellerin parmak uçlarından başlayarak dirseklere kadar elleri yıkamak.

Dirsekler de yıkanması farz olan ellere dâhildir.

Başın tamamını ve kulakları, ellerle bir defa meshetmek.
Elleri başın önünden başlatıp arkasına (enseye) kadar götürüp sonra geri getirir. İki şehâdet parmağını kulak deliklerine sokar. İki başparmağı ile kulaklarının arkasını mesheder. Böylece kulağın hem dışını hem içini meshetmiş olur.

Ayak parmak uçlarından başlayarak topuk kemiklerine kadar ayakları yıkamak. Topuklar da yıkanması farz olan ayaklara dâhildir.
Topuk, ayağın alt kısmında çıkıntı şeklinde olan kemiktir.

Abdest şu sebeplerden dolayı bozulur:

  • 1 İdrar, dışkı, yellenme, meni ve mezi gibi iki yoldan çıkanlar sebebiyle
  • 2 Derin uyku, bayılma, sarhoşluk veya delilik sebebiyle aklın gitmesiyle
  • 3 Cünüplük, hayız ve nifâs (lohusalık) gibi guslü gerektiren her durumda
  •     

İnsanın tuvalet hacetini giderdikten sonra necâseti gidermesi vâciptir. Bu, ya temiz su ile -ki bu en efdal olandır- ya da su dışında necâseti gideren taşlar, kâğıtlar, kumaşlar ve benzeri şeylerle olur. Ancak bunun, necâseti temizleyen üç kere silme veya daha fazlasıyla ve temiz, mübâh bir şeyle yapılması şarttır.

Mestler ve Çoraplar Üzerine Mesh Etmek

Ayaklara mest veya çorap giyilmesi durumunda, ayakları yıkamaya gerek kalmadan üzerlerine mesh edilebilir. Bunun şartları şunlardır:

  • 1 Büyük hadesi (cünüplüğü) ve küçük hadesi (abdestsizliği) ortadan kaldıran
  •               ve ayakların da yıkanmış olduğu taharetten sonra mest veya çorabın
  •               temiz bir şekilde giyilmesi.
  • 2 Mest veya çorabın temiz olması ve necâset bulaşmamış bulunması.
  • 3 Meshin belirlenmiş süre içinde yapılması.
  • 4 Mest veya çorabın meşru yollarla elde edilmiş olması, dolayısıyla çalıntı veya gasbedilmiş olmamaları.
  • Mestler: ayaklara giyilen ince deri veya benzeri malzemeden yapılan şeylerdir. Ayak topuklarını tamamen örten ayakkabılar da bu hükme dâhildir.
    Çoraplar : ise insanın ayaklarına giydiği kumaş veya benzeri malzemeden yapılan şeylerdir.

Mestler ve Çoraplar Üzerine Mesh Etmek

Mestler üzerine mesh etmenin meşru kılınma hikmeti:
Müslümanlara kolaylık sağlamak ve onları meşakkatten kurtarmaktır. Zira mest veya çorabı çıkarıp ayakları yıkamak, özellikle kış mevsiminde, şiddetli soğuklarda ve sefer hâlinde onlara zor gelmektedir.

Meshin Süresi:

Mukim için bir gün bir gecedir (24 saat).

Yolcu için üç gün üç gecedir (72 saat).

Mesh süresinin hesabı, mest veya çorap üzerine abdestin bozulmasından sonra yapılan ilk mesh ile başlar.

Mest veya çorap üzerine mesh etmenin şekli:

  • 1 Eller ıslatılır.
  • 2 El, ayağın üst kısmına (parmak uçlarından ayak başlangıç noktasına kadar) sürülür.
  • 3 Sağ ayak sağ el ile, sol ayak sol el ile meshedilir.
  •     

Meshi bozan şeyler:

  • 1 Guslü gerektiren durumların olması.
  • 2 Mesh süresinin sona ermesi.

Gusül (Boy Abdesti)

Erkek veya kadından cinsel ilişki sonucu veya uyanıklık ya da uyku hâlinde şehvetle meni gelirse, namaz kılmak veya temizlik gerektiren başka bir ibâdeti yapabilmeleri için her ikisine de gusül farz olur. Aynı şekilde, kadın hayız veya nifâs hâlinden temizlendiğinde, namaz kılmak veya temizlik gerektiren başka bir ibâdeti yapabilmesi için gusletmesi farz olur.

Gusül (Boy Abdesti)

Gusül abdestinin alınış şekli şöyledir:
Müslümanın, ağzına ve burnuna su almak da dâhil olmak üzere, vücudunun tamamını herhangi bir şekilde su ile yıkamasıdır. Vücudunu su ile yıkadığında, büyük hades üzerinden kalkmış ve temizliği tamamlanmış olur.

Cünüp olan kimsenin gusletmeden önce aşağıdaki işleri yapması yasaktır:

  • 1 Namaz kılmak.
  • 2 Kabe’yi tavaf etmek.
  • 3 Mescitte kalmak; sadece beklemeksizin oradan geçmesi câizdir.
  • 4 Mushafa dokunmak.
  • 5 Kur’ân okumak.

Teyemmüm

Müslüman kimse, temizlik için su bulamadığında veya hastalık gibi bir sebepten dolayı su kullanamadığında ve namaz vaktinin çıkmasından endişe ettiğinde, toprakla teyemmüm eder.

Teyemmüm

Teyemmüm şu şekilde alınır:

Elleriyle toprağa bir defa vurur, sonra onlarla sadece yüzünü ve iki avucunu mesheder. Toprağın temiz olması şarttır.

Teyemmüm şu durumlarda bozulur:

  • 1 Abdesti bozan şeylerle bozulur.
  • 2 Teyemmüm alınan ibâdete başlamadan önce su bulunursa teyemmüm bozulur.

Namaz Kılmayı Öğreniyorum

Allahu Teâlâ, Müslümana gece ve gündüz beş vakit namazı farz kılmıştır. Bunlar: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır.

Namaza Hazırlanıyorum

  • Namaz vakti girdiğinde, Müslüman eğer hükmî kirlilik hâlindeyse küçük ve büyük hükmî kirlilikten (küçük ve büyük hadesten) temizlenir.
    Büyük Hükmî Kirlilik (büyük hades): Müslümana guslü gerektiren durumdur.
    Küçük Hükmî Kirlilik (küçük hades): Müslümana abdest almayı gerektiren durumdur.
  • Müslüman, necâsetlerden arındırılmış temiz bir yerde, avret yerini örten temiz elbiselerle namazını kılar.
  • Müslüman, namaz kılacağı vakitte vücudunu örten uygun kıyafetler giyinir. Erkeğin namazda, göbek ile diz kapağı arasındaki bölgeden herhangi bir yeri açması câiz değildir.
  • Kadının ise, namazda yüz ve eller hâriç tüm vücudunu örtmesi farzdır.
  • Müslüman, namaz kılarken namaza âit olmayan sözler konuşmaz, imâmı dinler ve namazında sağa sola bakınmaz. Eğer namazda okunması gereken zikir ve duâları ezberleyememiş ise, namazını bitirinceye kadar Allah’ı zikreder ve O’nu tesbîh eder. Namazı ve içerisinde okunacak duâ ve zikirleri öğrenmek için de acele etmesi gerekir.

Namaz Kılmayı Öğreniyorum

Kılmayı istediğim farz namaz için niyet ederim. Niyetin yeri kalptir. Abdest aldıktan sonra kıbleye yönelirim ve eğer gücüm yetiyorsa ayakta durarak namaz kılarım.

Ellerimi omuz hizasına kaldırır ve namaza girmeye niyet ederek “Allahu Ekber” derim.

Vârid olan (sünnette yer alan) istiftâh (başlangıç) duâsını okurum. Duâlardan birisi şöyledir: “Subhâneke allâhümme ve bi hamdik, ve tebârakesmuk, ve teâlâ cedduk, ve lâ ilâhe ğayruk.” (Allah’ım! Seni tenzîh eder ve sana hamd ederim. Senin ismin mübarektir, şanın yücedir. Senden başka ilâh yoktur).

Kovulmuş şeytândan Allah’a sığınırım ve “E’ûzu billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.” derim.

Her rekatta Fâtiha sûresini okurum. Okunuşu şöyledir: “Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm (1) Elhamdu lillâhi rabbi’l-âlemîn (2) Er-rahmâni’r-rahîm (3) Mâliki yevmi’d-dîn (4) İyyâke na’budu ve iyyâke neste’în (5) İhdina’s-sırâta’l-mustakîm (6) Sırâta’l-lezîne en’amte aleyhim ğayri’l-mağdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn (7)”. Anlamı: “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesâp ve cezâ gününün (âhiret gününün) mâliki Allah’a mahsûstur. (Allahım!) Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”

Fâtiha’dan sonra, yalnızca her namazın birinci ve ikinci rekâtlarında Kur’ân’dan kolayıma geleni okurum. Bu bir vâcip değildir, ancak onu yapmakta büyük bir ecir vardır.

“Allâhu Ekber” diyerek rükûya varırım. Sırtım düz, ellerim parmaklarım açık şekilde dizlerimin üzerinde olacak hâlde eğilirim. Rükûda: “Subhâne rabbiye’l-azîm” (Yüce Rabbimi her türlü eksiklikten tenzih ederim) derim.

Rükûdan kalkarken, ellerimi omuz hizasına kaldırarak “Semiallâhu limen hamideh” (Allah, kendisine hamd edeni işitti) derim. Bedenim tamâmen doğrulup ayakta dimdik durunca: “Rabbenâ ve leke’l-hamd” (Rabbimiz, hamd sanadır) derim.

“Allâhu Ekber” diyerek secdeye giderim. Ellerim, dizlerim, ayaklarım, alnım ve burnum yere değecek şekilde secde ederim. Secdede: “Subhâne rabbiye’l-a’lâ” (Yüce Rabbimi her türlü eksiklikten tenzih ederim) derim.

“Allâhu Ekber” diyerek secdeden kalkarım. Sırtım düz bir şekilde, sol ayağımın üzerine oturur ve sağ ayağımı dikerek doğrulurum. Bu oturuşta: “Rabbiğfirlî” (Rabbim, beni bağışla) derim.

“Allâhu Ekber” diyerek ilk secdede olduğu gibi tekrâr secde ederim.

“Allâhu Ekber” diyerek secdeden kalkar ve tamâmen doğrulup ayakta dururum. Namazın kalan rekatlarında da ilk rekâtta yaptıklarımın aynısını yaparım.

İkinci rekâttan sonra, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında, ilk teşehhüd için otururum. Şöyle derim: “Et-tahiyyâtu lillâhi ve’s-salavâtu ve’t-tayyibât. Es-selâmu aleyke eyyuhe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuh. Es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve rasûluh.” Anlamı: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibâdetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şâhitlik ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şâhitlik ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir.” Sonra, bunun ardından üçüncü rekat için ayağa kalkarım.

Her namazın son rekatından sonra, son teşehhüd için otururum. Şöyle derim: “Et-tahiyyâtu lillâhi ve’s-salavâtu ve’t-tayyibât. Es-selâmu aleyke eyyuhe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuh. Es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve rasûluh. Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm. İnneke hamîdun mecîd. Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm. İnneke hamîdun mecîd.” Anlamı: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibâdetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şâhitlik ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şâhitlik ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir. Allah’ım! İbrâhîm’e ve âline salât eylediğin gibi Muhammed’e ve âline de salât eyle. Şüphesiz sen övülmüşsün, yücesin. Allah’ım! İbrâhîm’i ve âlini mübârek kıldığın gibi Muhammed’i ve âlini de mübârek kıl. Şüphesiz sen övülensin, yücesin.”

Bundan sonra, namazdan çıkma niyetiyle sağ tarafıma “es-Selâmu aleykum ve rahmetullâh”, sonra sol tarafıma “es-Selâmu aleykum ve rahmetullâh” diyerek selâm veririm. Böylece namazı edâ etmiş olurum.

Müslüman Kadının Tesettürü

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyâç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir} [Ahzâb Sûrsi, 59].

Allahu Teâlâ, Müslüman kadına, kendisine yabancı olan erkeklerden avret yerini ve tüm vücudunu, bulunduğu ülkedeki örf ve adetlere uygun giysilerle örtmesini farz kılmıştır. Kadının, kocası veya -kendisiyle evlenmesi ebedî olarak haram olan- mahremleri dışında tesettürünü çıkarması câiz değildir. Mahremler şunlardır: Babası ve dedeleri, oğlu ve torunları, amcaları, dayıları, kardeşi, erkek ve kız kardeşlerinin oğulları, üvey babası, kocasının babası ve dedeleri, kocasının oğlu ve torunları, süt kardeşi ve süt annesinin kocası. Süt yoluyla mahrem olanlar, nesep yoluyla mahrem olanlar gibidir.

Müslüman kadın, giysisinde şu kurallara riâyet eder:

  • 1 Tüm vücudu kapsamalıdır.
  • 2 Kadının süslenmek için giydiği bir giysi olmamalıdır.
  • 3 Vücudunu gösterecek şekilde şeffâf olmamalıdır.
  • 4 Vücudunun herhangi bir kısmını belli edecek şekilde dar değil, bol olmalıdır.
  • 5 Koku sürünmemelidir.
  • 6 Giysisi erkek giysisine benzememelidir.
  • 7 Elbisesi Müslüman olmayan kadınların ibâdet veya bayramlarına özgü giysilerine benzememelidir.

 

Mü’minin Vasıfları

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Gerçek mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman îmânları artar ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler} [Enfâl Sûresi, 2].

Mü’minin vasıfları:

  • Doğru sözlüdür, yalan söylemez.
  • Ahdine ve vaadine sâdıktır.
  • Tartışmada/çekişmede haktan sapmaz.
  • Emâneti edâ eder.
  • Kendisi için istediği şeyi Mü’min kardeşi için de ister.
  • Cömerttir.
  • İnsanlara iyilik eder.
  • Akrabayı görüp gözetir.
  • Allah’ın takdîrine râzı olur; bolluk ve rahatlık hâlinde O’na şükreder, sıkıntı ve zorluk hâlinde ise sabreder.
  • Hayâ sahibidir.
  • Yaratılanlara merhamet eder.
  • Kalbi kin ve düşmanlıklardan; azaları da başkalarına saldırmaktan sâlimdir.
  • İnsanları affeder.
  • Faiz yemez ve faizle muâmelelatta bulunmaz.
  • Zinâ etmez.
  • İçki içmez.
  • Komşularına iyilik eder.
  • Zulmetmez ve hâinlik etmez.
  • Çalmaz ve hile yapmaz.
  • Ana-babasına iyilik eder; eğer Müslüman olmasalar bile, meşru (hayır) olan konularda onlara itaat eder.
  • Çocuklarını erdem üzere yetiştirir; onlara şer’î vâcipleri emreder, ahlâksızlık ve harâmlardan onları meneder.
  • Müslüman olmayanların dinlerine özgü husûsî hallerinde veya onlar için bir ayırıcı özellik ve sembol hâline gelmiş âdetlerinde onlara benzemez.

 

 

Mutluluğum, Dînim İslâm’dadır

Yüce Allah şöyle buyurdu: {Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayât yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz} [Nahl Sûrsi, 97].

Müslümanın kalbine sevinç, ferahlık ve mutluluk getiren en büyük şeylerden biri, canlı, ölü veya put gibi bir aracı olmaksızın doğrudan Rabbi ile olan bağıdır. Allahu Teâlâ, mübârek kitabında kullarına her zaman yakın olduğunu, onları işittiğini ve duâlarına icâbet ettiğini bildirmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: {Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben (onlara) çok yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına karşılık veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana îmân etsinler} [Bakara Sûrsi, 186].

Yüce Rabbimiz bize kendisine duâ etmemizi emretmiş ve bu emri, Müslümanın Rabbi’ne yaklaşmak için yaptığı en büyük ibâdetlerden kılmıştır. Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurmuştur: {Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ edin, size icâbet edeyim} [Ğâfir Sûrsi, 60].

Sâlih Müslüman, Rabbine her zaman muhtâçtır, sürekli O’nun huzurunda duâ eder ve sâlih amellerle O’na yaklaşır.

Allahu Teâlâ bizi bu evrende büyük bir hikmet üzere yarattı. Boş bir şey uğruna bizleri yaratmadı. Bu hikmet, yalnızca O’na, hiçbir ortağı olmaksızın, ibâdet etmemizdir. O, bize özel ve genel hayâtımızın tüm işlerini düzenleyen kapsamlı, ilahî bir dîni kanûn kıldı. Bu âdil şeriat ile hayatın zorunluluklarını: dînimizi, canlarımızı, ırzlarımızı, akıllarımızı ve mallarımızı- korumuştur. Şer’î emirlere uyarak ve harâmlardan kaçınarak yaşayan kimse, bu zorunlulukları korumuş ve hiç şüphesiz hayâtında mutlu ve huzurlu yaşamış olur.

Mü’minin Rabbi ile olan bağı, iç huzuru ve rahatlığı sağlayan, sükûn, güven ve sevinç hissini doğuran derin bir bağdır. Yüce Rabb’in (Celle celâluhû) beraberliğini, korumasını ve mü’min kuluna velâyetini (dostluğunu) ve himâyesini hissetmektir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: {Allah, îmân edenlerin velîsidir (dostu ve koruyucusudur). Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır} [Bakara Sûrsi, 257].

Bu muazzam ilişki, Rahmân’a yapılan ibâdetin lezzetini almayı, O’nunla buluşmaya özlem duymayı sağlayan ve kalbi, îmânın lezzetini hissederek mutluluk semasında uçuran bir duygusal hâldir. Bu lezzeti, ancak hayırlı amelleri işleyerek ve günahlardan kaçınarak onu tadan kimse tarif edebilir.

Bu sebeple Nebî Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı Rab, İslâm’ı din ve Muhammed’i Peygamber olarak kabûl edip râzı olan kimse, îmânın tadını tatmıştır” (Müslim, 34).

Evet, eğer insan, Yaratıcısının huzurunda daimî bir varlığını hissederse, O’nu en güzel isim ve sıfatlarıyla tanırsa, O’nu görüyormuşçasına ibâdet ederse ve ibâdetinde Azîz ve Celîl olan Allah’tan başkasının rızâsını istemeyerek ihlâslı olursa, dünyada hoş ve mutlu bir hayât yaşar ve âhirette güzel bir âkıbete (sona) kavuşur.

Hattâ mü’mine dünyada isâbet eden musîbetlerin sıcaklığı, yakînin (kesin inancın) serinliği, Allahu Teâlâ’nın takdîrine râzı olma ve O’nun hayrı ve şerri ile tüm takdîrlerine hamd etme ve onlara tam bir rızâ gösterme ile yok olur.

Müslümanın mutluluğunun ve huzurunun artması için dikkat etmesi gereken şeylerden biri de Allahu Teâlâ’yı çokça zikretmesi ve Kur’ân-ı Kerîm’i okumasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: {Onlar inanmış olanlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzur bulan kimselerdir. Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.} [Ra’d, 28]. Müslüman, Allah’ı zikrini ve Kur’ân okumasını artırdıkça, Allahu Teâlâ ile olan bağı güçlenir, nefsi temizlenir ve îmânı kuvvetlenir.

Aynı şekilde, Müslüman’ın, Allahu Teâlâ’ya basîret üzere (bilinçli bir şekilde) ibâdet edebilmek için dîninin meselelerini doğru kaynaklardan öğrenmeye gayret etmesi gerekir. Nitekim Nebî (Sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İlim talep etmek her Müslüman üzerine farzdır”.

Ayrıca, hikmetini bilse de bilmese de, onu yaratan Allahu Teâlâ’nın emirlerine teslîm olup boyun eğen bir kimse olmalıdır. Yüce Allah, mübârek kitâbında şöyle buyurmuştur: {Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır} [Ahzâb Sûresi, 36]. 

Allah’ın salâtı, selâmı ve bereketi Peygamberimiz Muhammed (s.a.v)’in, âilesinin ve tüm ashâbının üzerine olsun.